GÖZ DEĞMESİ, MUSKALAR VE RUKYE YAPMAK
Giriş
İnsanın hala ulaşamadığı ve bilemediği alemler bulunmaktadır. Bunun yanısıra her geçen gün, insanın yeni bazı özellikleri ve kabiliyetleri ortaya çıkmaktadır. Öte yandan insan her geçen gün, bilinmeyenler dünyasına ait pek çok şeyi anlamasını sağlayacak varlıklar aleminin (kainatın) gizliliklerine ait yeni yeni bazı incelikleri keşfetmektedir. Örneğin bazı ışınların özel etki yaptığma ait buluş, bir takım insanların gözlerinin diğer insanların bedenleri veya başka şeyler üzerinde özel etki yaptığı düşüncesini anlamamıza fırsat vermektedir. Bunu, şeriatın kabul etmiş olduğu göz değmesi olayının anlaşılması açısından söylemekteyiz. Geçmişte olan bazı olayları incelediğimizde, bir insanın bazen kendisini bir başkasının görmesinden zarar görebildiğini veya bundan dolayı hasta olabildiğini anlarız. Bu şekilde bir kimseye, başkasının bakmasının zarar vermesi bazen bakan kişinin bir söz söylemesi ile gerçekleşmekte, bazan herhangi bir şey söylenmeden de gerçekleşebilmektedir. Böyle bir şeyin olabileceğini şeriat kabul etmiş ve ondan söz etmiştir. Bu olayda bilinmeyen (gaybi) bir yan vardır.
Bu bölümde bu konu üzerinde durmayı ve böyle bir şeyin gerçekten olabileceğini isbat etmeyi gerekli gördük. Biraz önce göz değmesi olayına açıklık getirmek amacıyla bunun anlaşılmasını sağlayacak bazı olaylardan söz etmiştik. Ancak konunun esası normalde bu gibi şeylere dayandırılamaz. Eğer yüce Allah, insana bir musibet dokundurmak isterse, onu sebepler dünyasına ait bir şey yoluyla yahut doğrudan dokundurur. İşte göz değmesi yoluyla insanlara musibet dokundurmayı da yüce Allah sebepler dünyasının bir parçası kılmıştır. Bununla birlikte, bu gibi şeylerden korunmayı sağlayacak unsurları ve bu yolla bir musibetin dokunması halinde, ondan kurtulmayı sağlayacak tedavi yollarını da yaratmıştır.
Bu bölümde verilen nasların bazıları, bu konulardan söz etmektedir. İnsan kendisine, anlatıldığı şekilde bir musibetin dokunması durumunda, iki kere sığınır: Bir dua yoluyla Allah’a sığınır; bir de sebeplere yapışarak sebepler dünyasına sığınır. Örneğin bir kimse hasta olduğunda, hem sağlığına kavuşturması için Allah’a dua eder, hem de ilaç arar. Bu şekilde iki yere sığınmak müslüman için mubah, hatta istenen (matlub olan) bir tavırdır. Bu noktadan harekette İslam’ın tedaviye teşvik ettiği gibi, hastalıklardan, fena durumlardan sığınmaya da teşvik ettiğini görüyoruz. Rukye ile (okumak suretiyle) tedaviye de izin vermiştir. Bu ise bir kardeşin diğer kardeşine duada bulunması, yahut kişinin kendi nefsi için dua etmesi ya da insanın ya kendi veya kardeşi için yüce Allah’tan şifa istemesi türünden bir uygulamadır.
Bundan dolayı rukye ile ilgili çeşitli nasslar rivayet edilmiştir. Rukye, Allah’tan şifa isteme niteliği taşıması itibarıyla gayb alemine (bilinmeyenler dünyasına) yönelik bir uygulama olduğundan dolayı bu bölümün konuları arasına aldık. İlim adamlarından bazıları insanın kendini veya aile efradını bir fenalıktan korumak amacıyla kendinin ya da aile efradından birinin üzerine, yazılı bir şeyler bağlamasını caiz görmüşlerdir. İşte bu da muska diye adlandırılan şeydir. Muska taşımayı caiz görenler, bunu taşımayı bazı şartlara bağlamışlardır. İçinde yazılan şeylerin anlamlarının bilinmesi, içinde şirk anlamı taşıyan bir söz bulunmaması, şeriatın kabul ettiği nitelikte olması, bu şartlardandır. Konu biraz karmaşık olduğundan ve insanın itikadına zarar veren bazı yönlerinin bulunması sebebiyle biz bu konuyu da bu bölümün içinde ele almayı gerekli gördük. Dolayısıyla bu bölümün başlığını “Göz değmesi, Muskalar ve Rukye” şeklinde belirledik.
Göz Değmesi
1470- Müslim, Abdullah bin Abbas (r.a)’tan rivayet etmiştir.
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Göz değmesi haktır (gerçektir.) Eğer bir şey kaderin önüne geçebilecek olsaydı, göz değmesi geçerdi. Yıkanmanız istendiğinde yıkanınız.”[1]
Bir Açıklama
“Yıkanmanız istendiğinde yıkanınız”: O dönemlerdeki adetlerde, birine göz değdiğinde, gözü dokunan kişiye giderdi. Gözü dokunan kişinin elbiseleri çıkarılır, bedeni, boynu, yüzü, elleri ve ayakları yıkanırdı. Kendisine göz değen kişi de bu suyu (yani dokunan kişinin yıkanmada kullanmış olduğu suyu) alıp üzerine dökerdi ve Allah’ın izniyle şifa bulurdu.
Şevkani, ‘Neylu’l-Evtar’da şöyle söylemiştir:
“Bu hadisin zahirinden anlaşılan sudur ki: Göz değmesi bir gerçektir. Bu, ya yüce Allah’ın kişinin gözüne vermiş olduğu bir etkileme gücüyle, ya da insanların adeten, bir kimsenin başka birine çok dikkatli bir şekilde bakması durumunda onun bakışının zarar vereceğine inanmaları yüzünden gerçekleşmektedir.
Maziri şöyle söylemiştir:
“Alimlerin çoğunluğu, hadisin zahiri anlamını esas almışlardır. Ancak bid’atçilerden bazı guruplar, bunu anlamsız bir şekilde inkar etmişlerdir. Onların inkarlarının bir anlamı yoktur; çünkü kendi özü itibariyle (kendi zatında) imkansız olmayan, bir delilin gerçekliği veya geçersizliği konusunda kalpte bir his uyandırmayan bir şey, aklın mümkün gördüğü şeylerdendir. Şeriat da böyle bir şeyin mümkün olduğunu bildirdikten sonra artık bunu inkar etmenin bir anlamı yoktur. Onların bu şeyi inkar etmeleri ile, ahiretle ilgili olarak bildirilenleri inkar etmeleri arasında bir fark olabilir mi?”
1471- Ebu Davud, Hz. Aişe (r.a)’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Gözü dokunan bir kimsenin abdest alması istenir, sonra onun abdest suyu ile kendisine göz değen kişi yıkanırdı.”[2]
1472- Ahmed, Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Göz değmesi gerçektir (haktır.) Bunun gerçekleşmesinde şeytan ve insanoğlunun hased (kıskançlık) duygusu bulunur. (Bu iki unsur, göz değmesinin gerçekleşmesine yardımcı olur -Çeviren)”
Bir Açıklama
Göz değmesi ile ilgili olarak kıskançlık duygusundan söz edilmesi, bunda psikolojik bir etkinin söz konusu olluğunu ortaya koymaktadır. Bir insanın başka birine psikolojik etkide bulunması mümkündür. Bu etkinin gücü ise insandan insana değişir. Bir insanı hasta eden nice sözler vardır. Psikolojik etki, kıskançlık duygularını dışa vuran sözler ve şeytanın vesvesesinin bir araya gelmesi halinde, herhangi bir zararlı etkinin ortaya çıkması, niçin mümkün olmasın? Bu arada bazı insanların gözlerinde bir takım özel etkilerin bulunması da mümkündür.[3]
1473- Bezzar, Cabir bin Abdullah (r.a)’tan rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Ümmetimin insanlarının ölümü, Allah’ın kitabı (yazısı) hükmü (kazası) ve kaderinden sonra çoğunlukla nefislerden (göz değmelerinden) olur.”[4]
Bir Açıklama
Bezzar hadisin metninde geçen ‘nefîsler’le, ‘göz değmesi’nin kastedildiğini söylemiştir.
Bezzar’ın hadisin metninde geçen ‘nefisler (enfus)’ kelimesini, ‘göz değmesi’ olarak açıklamasından ötürü bu hadise burada yer verdik. Bize göre ise burada ‘nefis’ kelimesi ile başka bir anlam kastedilmektedir. Burada nefis kelimesi ile ‘kan’ dökme anlamı kastediliyor olabilir. Bazı fıkıh kitaplarında ‘akan nefsi olmayan şey’ şeklinde başlıklara rastlanılmaktadır. Bu başlıklar ‘akan kanı olmayan şey’ anlamındadır. Şu halde yukarıdaki hadiste ‘nefs’ ile, ‘kan’ anlamı kastediliyor olması durumunda, bu hadisi, tıbbi açıdan bir mucize olarak ele alabiliriz. Bilindiği üzere çağımızda çoğu ölümlerin nedenleri, kan hastalıkları ve bunların yol açtığı rahatsızlıklardır.
1474- Ebu Davud, Şeyban Katbani (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Mesleme bin Muhalled Ruveyfi’ bin Sabit, Esfeli’l-Ard’a amil (yönetici) olarak görevlendirildi. Şeyban dedi ki: “Onunla birlikte Kumi Serik’ten Alkama’ya veya Alkama’dan Kumi Şerik’e kadar yürüdük. -Alkama derken Alkam’ı kasdetmektedir- Ruveyfi’ şöyle söyledi:
“Resulullah (a.s) zamanında birimiz, aldığı ganimetin yarısı kendinin, yarısı (okunu kullandığı) kardeşinin olmak üzere bir kardeşinin okunu alırdı. Yine okun kuyruk tarafı ile demiri birine, çubuğu birine ait olmak üzere iki kişi ortak ok kullanırdı.” Ruveyfi’ daha sonra şöyle söyledi:
“Sonra Resulullah (a.s) bana şöyle buyurdu:
“Ey Ruveyfi’! Olur ki, sen benden sonra yaşarsın. Benden inanlara bildir ki, sakalını örgü yapandan, nazarlık takandan ve hayvan pisliği ile veya kemikle taharetlenenden Muhammed beridir (uzaktır.)”[5]
1475- Ahmed, Ebu Zer (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Göz değmesi Allah’ın izniyle bir adamı yerinden oynatıp yükseklere çıkarır. Sonra adam oradan aşağıya doğru iner.”[6]
1476- Malik, Muhammed bin Ebu Umame bin Sehl bin Huneyf (r.a)’ten, o da babasından rivayet etmiştir:
“Babam -Sehl bin Huneyf- göze suyuyla yıkandı. Üzerindeki cübbeyi bu sırada çıkardı. Amir bin Rabi’a da ona doğru bakıyordu. Sehl çok beyaz tenli, güzel görünümlü bir adamdı. Amir:
“Bugünkü gibisini görmüş değilim. Örtülere bürünmüş olan bekar bir kızın cildi de bu kadar güzel olamaz” dedi. Bunun üzerine Sehl titremeye başladı. Sonra titremesi arttı. Onu böyle şiddetli bir titremenin aldığı Resulullah (a.s)’a haber verildi ve: “Başını hiç kaldırmıyor” denildi. Sehl bir orduya da yazılmıştı. Etrafındakiler Resulullah (a.s)’a:
“O seninle birlikte yola çıkamaz, ey Allah’ın Resulü! Hiç başını kaldırmıyor” dediler. Resulullah (a.s): “Kendisinden şüphelendiğiniz biri var mı?” diye sordu.
“Amir bin Rebi’a’dan şüpheleniyoruz” dediler. Resulullah (a.s) onu çağırdı, kendisine kızdı ve:
“Biriniz kardeşini ne hakla öldürüyor? Sen kardeşin için bereket dileğinde bulundun mu? Sen onun için yıkan!” diye buyurdu.
Bunun üzerine Amir bir leğene girerek, izarının içini, yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini ve ayaklarının kenarlarını yıkadı. Daha sonra bu su (Amir’in kullandığı su) Sehl’in arkasından döküldü ve Sehl de o an iyileşti.”
Bunun benzeri bir başka rivayette “Gittikçe titremesi arttı” sözünden sonra şöyle denilmektedir:
“Daha sonra Resulullah (a.s) geldi. Amir’in durumu hakkında kendisine bilgi verildi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Biriniz kardeşini ne hakla öldürüyor? Sen onun için bereket dilemedin mi? Göz değmesi haktır (gerçektir). Sen onun için abdest al.”
Amir de onun için abdest aldı. Onun abdest suyu sonra (Sehl’in) arkasından döküldü. Sehl de hiçbir şeyi kalmaksızın Resulullah (a.s) ile birlikte yola çıktı.” [7]
Dersler Ve Öğütler
Beğavi, kendisine göz değen bir kimse hakkında ne gibi işlemler yapmanın uygun olacağı konusunda şu açıklamaları yapmıştır:
“Şihabuddin Zuhri şöyle söylemiştir:
“Gözü dokunan kişinin önüne bir leğen konulur. Elleri bu leğenin içine sokulur. Bununla mazmaza yapar (ağzını çalkalar). Sonra bu mazmaza suyunu leğenin içine boşaltır. Daha sonra leğenin içine yüzünü yıkar. Ardından sol elini leğenin içine sokup, onunla leğinin içinde sağ avucunun içine su döker. Sonra da sağ elini sokup, onunla sol avucuna su döker. Daha sonra sol elini leğene sokup, onunla sağ dirseğine su döker. Ardından aynı şekilde sağ eli ile sol dirseğine su döker. Daha sonra sol elini leğenin içine sokup, onunla sağ ayağına su döker. Sonra sağ elini leğenin içine sokup, onunla sol ayağına su döker. Sonra sol elini leğenin içine sokup, onunla sağ dizine su döker. Sonra sağ elini leğenin içine sokup, onunla sol dizine su döker. Daha sonra izarının içini yıkar. Bundan sonra leğen içindeki su, yere dökülmeden kendisine göz değen şahsın arka tarafından bir defada dökülür.
İzharın içinin yıkanması konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ebu Ubeyd: “İzarın içi ile izarın bedenin sağ tarafına değen yanı kastedilmiştir. İşte yıkanması gereken kısım burasıdır. Benim bildiğim kadarıyla bazı hadislerde izarın içinin yıkanması ile bunun kastedilidğ’ine dair açıklamalar bulunmaktadır.” diye söylemiştir.”
Beğavi, ‘Şerhu’s-Sünne’de bir kimsenin çok beğendiği bir şeyi görmesi durumunda nasıl davranması gerektiği konusunda da şu açıklamalarda bulunmaktadır:
“Hişam bin Urve’nin babasından rivayet ettiğine göre Hişam’ın babası mal varlığından hoşuna gidecek bir şey gördüğünde, yahut bahçelerinden birine girdiğinde “Maşallah, la kuvvete illa bi’llah (Allah ne dilerse, o olur veya Allah ne güzel dilemiş! Güç, kuvvet ancak Allah ile, O’nun vermesi iledir)” derdi. Hz. Aişe (r.a)’den rivayet edildiğine göre o, suyun içine dokunup onunla hastanın tedavi edilmesinde bir mahzur görmezdi.”
Mücahid de şöyle söylemiştir
“Kur’an ayetlerinin bir şeye yazılıp yıkanmasında ve onun suyunun hastaya içirilmesinde herhangi bir mahzur yoktur. Bunun benzeri bir açıklama, Ebu Kulübeden de rivayet edilmiştir. İbrahim Neha’i ve İbni Şirin ise bunu mekruh görmüşlerdir.”
İbni Abbas (r.a)’tan rivayet edildiğine göre o; doğum sırasında zorluk çeken bir kadın için Kur’an-ı Kerim’den iki ayeti kerimenin ve bazı kelimelerin bir şeye yazılıp sonra bu şeyin yıkanmasını ve suyunun söz konusu kadına içirilmesini tavsiye etti. Eyyub de şöyle söylemiştir:
“Ebu Kulabe’nin Kur’an-ı Kerim’den bazı şeyler yazıp sonra onun ile yıkadığım ve suyunu kendisinde akli rahatsızlık bulunan bir adama içirdiğini gördüm.”
Şevkani, ‘Neylu’l-Evtar’da şunları söylemiştir:
“Yukarıda geçen, Sehl bin Huneyf’le ilgili olayda Resulullah (a.s)’ın “Sen kardeşin için bereket diledin mi?” sözü, şeriatın bu konudaki ölçüsünü ortaya koymuştur. İbni Mace’nin rivayetinde: “Bereket dileğinde bulunsun” ifadesi geçmektedir. İbni Sünni’nin naklettiği, Amir bin Rabi’a ile ilgili hadiste de böyle denilmektedir. Bezzar ve İbni Sünni’nin, Enes bin Malik (r.a)’ten merfu olarak rivayet ettikleri bir hadiste de şöyle denilmektedir:
“Bir kimse hoşuna gittiği ve çok beğendiği bir şey gördüğünde “Maşallah, la kuvvete illa billah” derse, ona herhangi bir zararı dokunmaz.”
Bu konuda kısas cezasının uygulanıp uygulanmayacağı hususunda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Kurtubi şöyle söylemiştir:
“Gözü dokunan kişi bir şeyi telef ederse, onu temin eder (karşılar.) Eğer can alırsa, o zaman kısas veya diyet cezasına çarptırılır. Eğer bu şekilde zarar dokundurma işi, onun için bir adet haline gelecek derecede tekrar tekrar meydana gelirse, o zaman bu kimse sihirci gibi sayılır.”
Hafız İbni Hacer de şöyle söylemiştir:
“Şafiiler bu konuda kısası gerekli görmemiş ve hatta uygulanmaması gerektiğini şöyle açıklamışlardır.
“Göz değmesinden dolayı genelde ölüm olayı gerçekleşmez. Gerçekleşmesi durumunda da fiilen öldürme anlamı taşımaz.”
Nevevi de, ‘Ravda’da şöyle söylemiştir:
“Göz değmesinden dolayı diyet veya keffaret gerekmez. Çünkü şer’i hükümler, bazı özel zamanlarda ortaya çıkan, insanların bazılarına özel ve nasıl gerçekleştiği bilinmeyen durumlar için değil, genelin işleyebileceği türdeki fiiller için konulmuştur. Göz değmesi, başlı başına bir fiil değil, hased duygusunun ve bir nimetin gitmesini arzulamanın ortaya çıkardığı durumdur. Göz değmesi sonucu ortaya çıkan durum da, kendine göz değen kişinin hoşlanmayacağı, onu sıkıntıya sokacak bir durumdur. Bu sonuç, mutlaka hayatın gitmesi şeklinde olmaz. Göz değmesinin etkisi ile, bundan farklı bir durum da ortaya çıkabilmektedir.”
İbni Battal’in, bazı ilim adamlarından rivayet ettiğine göre, İmam (devlet yöneticisi), insanların müdahelesi ile bir kimsenin gözünün değdiğini öğrenirse, onu insanların arasına karışmaktan alıkoyarak evine kapanmaya zorlayabilir. Bu kimse eğer fakir biri ise, insanların arasına karışmasına mani olduğu zaman içinde, ihtiyaçlarını karşılar. Çünkü bu kimsenin zararı, Hz. Ömer (r.a)’in kendisini insanların arasına karışmaktan alıkoyduğu cüzzamlı adamın zararından daha fazladır. Aynı şekilde bu şekilde gözü dokunan adamın zararı, şeriatın cemaate karışmamasını emrettiği sarmısıak yemiş birinin zararından daha fazladır.
Nevevi şöyle söylemiştir:
“Bu görüş doğru ve yerindedir. Bu görüşün aksine bir görüş ortaya atıldığına dair bir şey de bilinmemektedir.”
1477- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Göz değmesi haktır (gerçektir.)”
Resulullah (a.s) dövme yaptırmayı da yasaklamıştır.[8]
1478- İbni Mace, Ebu Said Hudri (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) cinlerin göz değdirmesinden sonra da insanların göz değdirmesinden Allah’a sığınırdı. Mu’avvizetan (Kur’an-ı Kerim’in Nas ve Felak sureleri) inince, artık bunları okumaya başladı ve diğer sığınma ifadelerini terketti.”[9]
1479- Müslim, Enes bin Malik (r.a)’ten rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) göz değmesinden, zehirlenmeden [10]ve deride yaralar Çıkmasından (nemle hastalığından) dolayı rukye yapılmasına (okuyarak tedavi yapılmasına) izin vermiştir.”
Ebu Davud’un rivayetine göre Enes bin Malik (r.a) şöyle bildirmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Rukye ancak göz değmesinden, zehirlenmeden ve kesilmiş kandan dolayı yapılır.” [11]
Bir başka rivayette ise göz değmesinden söz edilmemektedir.[12]
Bir Açıklama
İbnu’1-Esir bu hadisle ilgili olarak şöyle söylemiştir:
“Nemle hastalığı: Bedenin yan taraflarında veya başka bölgelerinde yaralar çıkmasıdır. Bunun için rukye yapıldığında Allah’ın izniyle iyileşir.
“Rukye, ancak göz değmesinden ve zehirlenmeden dolayı yapılır”: Bu sözde rukyenin sadece göz değmesine ve zehirlenmeye özel kılınması, bunların dışındaki rahatsızlıklar için rukye yapılamayacağı anlamına gelmez. Çünkü sahabilerin bazılarının, bunların dışındaki bir takım hastalıklardan ötürü de rukye yaptıkları bildirilmiştir. Yukarıdaki ifadenin anlamı ise şudur:
“Rukye en çok göz değmesine ve zehirlenmeye karşı yarar sağlar.” Buradaki ifade “Ali’den başka genç, Zulfikar’dan başka kılıç yoktur (Ali gibi genç, Zulfikar gibi kılıç yoktur)” ifadesine benzemektedir.”
1480- Buhari ve Müslim, Ümmü Seleme (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (a.s), kendisinin (Ümmü Seleme (r.a)’nin) evinde bulunan bir cariyenin yüzünde sarılık görünce şöyle buyurdu:
“Buna naza” değmiştir. Siz bunun için rukye yapın.”[13]
1481- Malik, Urve bin Zubeyr (r.a)’den şu şekilde rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s), Ümmü Seleme (r.a)’nin evine girdi. Ümmü Seleme (r.a)’nin evinde o sırada ağlayan bir çocuk bulunuyordu. Resulullah (a.s)’a, çocuğa göz değdiğini söylediler Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Göz değmesine karşı ona rukye yapmıyor musunuz?”[14]
1482- Tirmizi, İmran bin Husayn (r.a)’dan rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Rukye ancak göz değmesinden ve zehirlenmeden dolayı yapılır.”[15]
1483- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (a.s) bize göz değmesinden ötürü rukye yapmamızı tavsiye ederdi.”
Bir başka rivayette “bize” yerine “hana” şeklinde geçmektedir. [16]
1484- Tirmizi, Ubeyd bin Refa’a Zeraki (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Esma bintu Umeys (r.a), Resulullah (a.s)’a:
“Ey Allah’ın Resulü! Cafer’in çocuklarına çok çabuk göz değiyor, onlara rukye yapayım mı?” diye sordu. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Evet. Eğer ki, bir şey kaderin önüne geçebilecek olsaydı, göz değmesi geçerdi.”[17]
Muskalar
Cahiliye Arapları, kendi inançlarınca çocuklarını göz değmesinden korumak için onlara temime adını verdikleri muskalar takarlardı. Şeriat bu inancın geçersiz olduğunu bildirmiştir. İçerisinde ud konulan askılara da temime adının verildiği söylenmiştir.
Ata şöyle söylemiştir:
“İçerisine Kur’an-ı Kerim’den bir şeyler yazılı olanlar, muska sayılmaz.”
Sa’id bin Museyyeb’e, içerisine Kur’an-ı Kerim’den bir şeyler yazılıp kadınların ve çocukların üzerine asılan küçük sahifeler üzerine soru soruldu. O da şöyle söyledi:
“Eğer sarılı bir kağıdın veya demirin yahut herhangi bir sargının içine konursa, bir mahzuru yoktur.”
Muska İle İlgili Rivayetler
1485- Tirmizi, Abdullah bin Amr bin As (r.a)’tan rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Biriniz rüyasında korkarsa şöyle söylesin: “Yüce Allah’ın azabından, kullarının şerlerinden: şeytanların dokunmalarından ve başıma gelmelerinden yüce Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.” Böyle söylerse, rüyasındaki korkusunun kendisine bir zararı dokunmayacaktır.”
Abdullah (r.a), çocuklarından buluğ çağına ermiş olanlara da, ermemiş olanlara da bu sözleri öğretirdi. Kendisi de bu sözleri bir kağıt parçasına yazarak boynuna asmıştı.”[18]
Bir Açıklama
Cami’in tahkikçisi şöyle söylemiştir:
“Burada sözü edilen fiil, bir sahabinin yaptığı fiildir. Ancak sahahilerin, tabi’ilerin ve onlardan sonra gelenlerin alimleri, üzerine Kur’anı Kerimden, yüce Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından bir şeyler olan muskaların, insanın üzerine asılması konusunda değişik görüşler ortaya atmışlardır. Abdullah bin Amr bin As (r.a.), gerek sahabeden, gerekse tabi’inden onun dışında bazı kimseler bu işi yapmışlardır. Bunlar:
“Rukyeler, muskalar ve sihir (tevle)[19] şirktir.”
hadisinde üzerinde şirk anlamı taşıyan bir şeyler yazılı olan muskaların kastedildiğini söylemişlerdir. Bazı ilim adamları muskalar takmanın caiz olmadığını söylemişlerdir. Abdullah bin Mes’ud (r.a). İbni Abbas (r.a) ve bunların dışında kalan bazı sahabilerle tabi’iler, bu görüştedir. En doğru olanı ise, üzerine Kur’an-ı Kerimden ayetler ve daha başka şeyler yazılı olan muskalar takmamak ve doğru sözlü, sözü de doğrulanmış olan (sadıkı mesduk olan) Resulullah (a.s)’ın bir çok hadisi şerifinde bildirildiği üzere Allah’a sığınma anlamı taşıyan sözlerle rukye yapmaktır.”
1486- Ahmed, Malik bin Enes (r.a)’ten rivayet etmiştir:
“Malik bin Enes (r.a)’e muskaların ve içinde yazılı şeyler bulunan sargıların takılması hakkında soru soruldu. O da: “Bu şirktir” diyerek sözüne şöyle devanı etti:
“Bana bildirildiğine göre Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle söylemiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Tiryak içen ve üzerine muska takan, artık ne işlediğine bakmasın (fenalık olarak bu kadarı ona yeter.)”[20]
1487- Tirmizi, İsa bin Hamza (r.a)’nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Hastalığı nedeniyle ziyaret etmek için Abdullah bin Ukeym’in -Ebu Ma’bed Cuheni- yanına gittim. Kızıl hastalığına yakalanmıştı. Kendisine: “Muska takmıyor musun?” diye sordum. Şöyle söyledi: “Böyle bir şeyden Allah’a sığınırım. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Kim üzerine (muska vs. türünden) bir şey takarsa, işi ona (taktığı şeye) bırakılır.”[21]
1488- Ebu Davud, Cabir bin Abdullah (r.a)’tan rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s)’a (rukye’nin bir benzeri olan) nuşre hakkında soru soruldu. O da şöyle buyurdu:
“Bu şeytanın işindendir.” [22]
Bir Açıklama
İbnu’1-Esir bu konuda şöyle söylemiştir:
“Nuşre: Rukye ve ta’viz (sığınma anlamına gelen sözlerin okunması) gibidir. Bu uygulama ile hastanın rahatsızlığının dağıtılacağı umulduğundan, nuşre (dağıtma) adı kullanılmıştır. Yani bununla hastanın üzerindeki durumun giderileceği umulur.”
Nuşre’nin yasak edilmiş olan türü ise cahiliye Araplarının bir tedavi yöntemi olarak kullanmakta oldukları metoddur.
Beğavi ‘Şerhu’s-Sünne’de şöyle söylemiştir:
“Nuşre, rukye türlerinden biridir. Bu yolla, cin dokunmasından kaynaklandığı sanılan hastalıkların tedavisine çalışılırdı. Bu uygulama ile söz konusu hastalığın dağıtılmasına çalışıldığından ötürü buna nuşre (dağıtma) adı verilmiştir. Bu yolla, kişiyi saran rahatsızlığın giderileceği düşünülürdü, ilim adamlarının bir çoğu bu uygulamayı mekruh görmüştür. İbrahim bunlardandır. Hasanı Basri’nin “Nuşre sihirdendir” diye söylediği rivayet edilmiştir. Said bin Museyyeb ise “Bunda herhangi bir mahzur yoktur” demiştir.”
1489- İbni Mace, İmran bin Husayn (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) bir adamın elinde sarı bakırdan bir halka gördü.
“Bu nedir?” diye sordu.
Adam: “Bu, damar hastalığına karşı ise yaramaktadır” diye cevap verdi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Onu çıkar. O sadece seni daha çok zayıflatmaya yarar (hastalığını daha çok artırır.)”[23]
1490- Ahmed, İmran bin Husayn (r.a)’dan rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) bir adamın bileğinde bir halka gördü. -Sanıyorum onun sarı bakırdan olduğunu söylemişti- Resulullah (a.s) adama:
“Yazık sana! Bu nedir?” diye sordu.
Adam: “Bu, damar hastalığına karşı yaramaktadır” diye cevap verdi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Bak, o sadece seni daha çok zayıflatmaya yarar (hastalığını daha çok artırır.) Onu üzerinden çıkar. Eğer o üzerinde iken ölecek olursan, bir daha sonsuza kadar kurtuluşa eremezsin.”[24]
1491- Ahmed, Ukbe bin Amir (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Kim muska takarsa, Allah onun arzuladığını kemale (tamama) ulaştırmaz. Kim de nazarlık takarsa, Allah onu emanetine (korumasına) almaz.”[25]
1492- Ahmed, Ukbe bin Amir Cuheni (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s)’ın yanına bir heyet geldi. Resulullah (a.s), onlardan dokuz kişi ile bey’at etti, bir tanesi ile ise bey’at etmedi. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Dokuz kişi ile bey’at ettin ama şu bir tanesi ile bey’at etmedin” denildi. Resulullah (a.s);
“Onun üzerinde muska var” diye buyurdu. Sonra elini sokup o muskayı kopardı ve ardından bey’at etti. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Kim muska takarsa, şirke düşmüş olur.”[26]
Rukyeler
Beğavi, ‘Şerhu’s-Sünne’de şöyle söylemektedir:
“Rukyelerin yasak olanları; içerisinde şirk bulunan türleri, şeytanları hoşnut edecek ifadeler taşıyanları, Arap dili ile ilgili olmayanları, ne anlama geldiği bilinmeyenleri ve küfür anlamı taşıyanlarıdır. Ama Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin okunması ve şanı yüce olan Allah’ın zikri türünde olanları caiz ve müstehabdır.”
Şevkani de ‘Neylu’l-Evtar’da şöyle söylemektedir:
“Rebi’ şöyle söylemiştir: “Şafii’ye rukye hakkında soru sordum. Şöyle cevap verdi:
“Yüce Allah’ın kitabından bir şeyle veya Allahu Teala’nın bilinen zikirlerinden (içinde yüce Allah’a hamd, sena ve münacaat ifadeleri bulunan meşhur zikirlerden) herhangi biriyle rukye yapmakta bir mahzur yoktur.” Ben: “Kitap ehli (hıristiyanlar ve yahudiler) müslümanlar için rukye yapabilirler mi?” diye sordum. “Evet. Allah’ın kitabından ve zikrinden bilinen sözlerle rukye yaparlarsa olur” diye cevep verdi.”
İmam Şafii’nin, ehli kitabın da müslümanlara rukye yapabileceklerine ait fetvası, ileride de üzerinde duracağımız üzere bir kimsenin rukye yoluyla şifa bulması durumunda, bunun ruyke yapan için bir üstünlük ve keramet sayılamayacağını göstermektedir. Bu, belki bağlı olduğu peygamberin mucizesi olarak kabul edilebilir.
Rukye İle İlgili Rivayetler
1493- Müslim, İmran bin Husayn (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Ümmetimden yetmişbin kişi hesapsız olarak cennete girecektir.”
Oradakiler: “Bunlar kimlerdir ey Allah’ın Resulü!” diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Bunlar dağlama ve rukye yapmayıp Rabb’lerine tevekkül edenlerdir.”
Bunun üzerine Ukkaşe ayağa kalkarak “Benim onlardan olmam için dua eyle!” dedi. Resulullah (a.s) da:
“Sen onlardansın” diye buyurdu.
Ardından bir adam daha ayağa kalkarak: “Ey Allah’ın Peygamberi! Beni de onlardan eylemesi için Allah’a dua eyle!” dedi. Resulullah (a.s) da:
“Bu işte Ukkaşe seni geçti” diye buyurdu.”
Yukarıdakinin benzeri bir başka rivayette hesapsız olarak cennete girecekleri bildirilen kişilerin özelliklerine ek olarak “ve uğursuzluk yorumları yapmazlar (tire yapmazlar)” denilmektedir. Bu ikinci rivayette Ukkaşe’nin ayağa kalkması ve daha sonraki gelişmeler yoktur. (1)[27]
1494- Ahmed, Abdullah bin Mes’ud (r.a)’dan rivayet etmiştir;
“Bir gece Resulullah (a.s)’ın yanında hadislerini dinledik. Ertesi sabah yine yanına gittik. Şöyle buyurdu:
“Bu gece bana bütün peygamberler gösterildi. Beraberinde üç kişi bulunarak (yanımdan) geçen oldu, küçük bir gurupla birlikte geçen oldu, beraberinde kalabalık kitle olarak geçen oldu ve yine beraberinde hiç kimse bulunmaksızın geçen oldu. Bu arada beraberinde İsrailoğullarından bir gurup ile birlikte Hz. Musa (a.s) da geçti. Bunlar benim hoşuma gitti. “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. “Bu kardeşin Musa’dır. Beraberinde de İsrailoğulları var” denildi. “Benim ümmetim nerededir?” diye sordum. “Sağ yanına bak!” denildi. Bir de baktım ki, bütün ufuklar insan yüzleri ile dolmuş. “Memnun oldun mu?” diye soruldu. Ben: “Memnun oldum, ey Rabb’im!” dedim. Bana: “İşte bunların içinden yetmişbin kişi, hiç hesap görmeden cennete girecek” denildi.”
Resulullah (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:
“Anam babam size feda olsun. Eğer işte bu yetmişbin kişiden olmaya güç yetirebilirseniz, olunuz. Eğer kusur ederseniz, ufukları dolduran topluluklardan olun. Ben onların arkasında birbirine karışmış halde insanlar gördüm.”
Bu sırada Ukkaşe bin Mihsen kalkarak:
“Ey Allah’ın Resulü! Beni o yetmişbin kişiden eylemesi için Allah’a dua et” dedi. Resulullah (a.s) onun için dua etti. Daha sonra bir başka adam kalkarak:
“Ey Allah’ın Resulü! Beni de onlardan eylemesi için Allah’a dua et” dedi, Resulullah (a.s):
“Bu konuda Ukkaşe seni geçti” diye buyurdu.
Daha sonra aramızda bu konuyu konuştuk ve: “Bu yetmişbin kişinin kimlerden olacağını düşünüyorsun?” diye sorduk. O da:
“Bunlar İslam üzere doğmuşlar ve ölünceye kadar hiç bir şeyi Allah’a ortak koşmamışlardır”
diye cevap verdi (burada sorunun kime sorulduğu belirtilmiyor.) Daha sonra bunun haberi Resulullah (a.s)’a ulaştı ve Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Bunlar dağlama ve rukye yapmaz, herhangi bir şeyden uğursuzluk anlamı çıkarmazlar (tireyapmazlar) ve Rabb’lerine tevekkül ederler.”[28]
1495- Buhari, Amir (r.a)’den, o da İmran bin Husayn (r.a)’dan şu şekilde rivayet etmiştir:
“Rukye ancak göz değmesinden ve hayvanların ısırmasından ileri gelen zehirlenmeden dolayı olur.” Ben bunu Sa’id bin Cubeyr’e söyledim. O da şöyle söyledi:
“Bize İbni Abbas (r.a)’ın rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bana ümmetler gösterildi. Bir peygamber ve iki peygamber beraberlerinde bir takım topluluklarla birlikte geçtiler. Bir peygamber de yanında kimse bulunmaksızın geçti. Daha sonra büyük bir kalabalık bana gösterildi. Ben: “Bunlar kimlerdir? Benim ümmetim bunlar mıdır yoksa?” diye sordum. “Hayır, bu Musa (a.s) ve kavmidir” diye cevap verildi. Sonra: “Ufka doğru bak!” diye söylenildi. Bir de baktım, bütün ufukları dolduran bir kalabalık gördüm. Sonra bana: “Göğün ufuklarından şu yana ve şu yana bak!” denildi. Baktım, bütün ufukları dolduran bir kalabalık gördüm. Sonra bana şöyle denildi: “İşte bunlar senin ümmetindir. Bunlardan yermişbin kişi, hiç hesap görmeden cennete girecektir.”
Resulullah (a.s) bunu söyledikten sonra içeri girdi ve bu şekilde hesapsız olarak cennete gireceklerin özellikleri hakkında bir bilgi vermedi. Orada bulunanlar konuyu tartışmaya başladılar ve:
“Biz, Allah’a iman eden ve O’nun peygamberine uyan kimseleriz. Acaba böyle hesapsız cennete girecek olanlar bizler miyiz, yoksa İslam toplumu içinde doğacak olan çocuklarımız mıdır?” diye sordular. Bu konuşma Resulullah (a.s)’a ulaştı. (Resulullah (a.s) bu konuşmayı duydu) ve dışarı çıkıp şöyle buyurdu:
“Bunlar rukye yaptırmayan, bir şeyden uğursuzluk anlamı çıkarmayan, dağlama yaptırmayan ve Rabb’lerine tevekkül edenlerdir.”
Bu arada Ukkaşe bin Mihsen: “Ben onlardan mıyım ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. Resulullah (a.s) “Evet” diye buyurdu.
Daha sonra bir başkası “Ben de onlardan mıyım?” diye sordu. Resulullah (a.s) da:
“Bu konuda Ukkaşe seni geçti” diye buyurdu.”
Buhari’nin bir başka rivayetine göre İbni Abbas (r.a) şöyle bildirmiştir:
“Bana ümmetler gösterildi. Bir peygamber yanında sadece bir kişi bulunarak, bir başka peygamber yanında iki kişi bulunarak, bir başkası beraberinde bir gurup olarak ve bir başkası da yanında kimse bulunmaksızın geçti. Bu arada bütün ufukları dolduran büyük bir kalabalık gördüm. Bu kalabalığın benim ümmetim olmasını arzuladım. “Bu Musa (a.s)’dır” denildi. Sonra “Bak” denildi. Baktım, bütün ufukları dolduran çok büyük bir kalabalık gördüm. “İşte bunlar senin ümmetindir. Bunların içinde hiç hesap görmeden cennete girecek olan yetmiş bin kişi bulunmaktadır.” denildi.”
Daha sonra insanlar dağıldı ve Resulullah (a.s) da, bunların (hesapsız olarak cennete girecek olan yetmişbin kişinin) kimler oldukları hakkında herhangi biri açıklamada bulunmadı. Daha sonra Resulullah (a.s)’ın ashabı konuyu aralarında konuştular ve şöyle söylediler:
“Şimdi biz şirk toplumu içerisinde doğduk, sonra Allah’a ve Resulüne iman ettik. Bunlar belki bizim çocuklarımızdır.” Bu konuşulanlar Resulullah (a.s)’a ulaştı. O da şöyle buyurdu:
“Bunlar rukye yaptırmayan, bir şeyden uğursuzluk anlamı çıkarmayan, dağlama yaptırmayan ve Rabb’lerine tevekkül edenlerdir.”
Bu arada Ukkaşe bin Mihsen ayağa kalkarak:
“Ben onlardan mıyım ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. Resulullah (a.s)
“Evet” diye buyurdu.
Daha sonra bir başkası “Ben de onlardan mıyım?” diye sordu. Resulullah (a.s) da:
“Bu konuda Ukkaşe seni geçti” diye buyurdu.” [29]
Bir Açıklama
Bazıları hakkında rukye mükemmel bir yoldur. Çünkü onlar tevekkülde hayli ileri gitmişlerdir. Yukarıdaki hadisi şeriflerde, bu gibilerin rukyeyi terketmelerinin kendileri için bir fazilet olarak anılması, rukyenin caiz olmadığını göstermez. Resulullah (a.s) bizzat kendisi dahi rukye yapmıştır.
Beğavi, “Rukye ancak göz değmesinden, hayvanların ısırmasından ileri gelen zehirlenmeden ve nemle (derinin üzerinde çıbanlar çıkması) hastalığından dolayı olur” sözü ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu söz, adı geçen hastalıkların dışında kalan hastalıklar için rukyenin yapılmayacağı anlamında söylenmiş değildir. Aksine şanı yüce olan Allah’ın zikri ile, bütün rahatsızlıklar için rukye yapılabilir.
Hadisin anlamı ise sudur: Rukye, en çok adı geçen hastalıklara yarar ve uygun düşer.”
1496- Tirmizi, Muğire bin Şu’be (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Kim dağlama veya rukye yaptırırsa, tevekkülden uzak olur.”
Bir Açıklama
Buradaki ifadeyi “mükemmel bir tevekkül anlayışından uzak olur” anlamında ele almak gerekmektedir. Daha ileride geleceği üzere, bazı sahabilerin rukye ve bazılarının da dağlama yaptırmış olmaları ifadenin bu anlamda olduğu konusunda delil sayılmaktadır. Onların rukye ve dağlama yaptırmaları, kendilerinde tevekkülün asıl itibariyle yok olmadığını göstermektedir. Ancak tevekkülün tam ve mükemmel olması, rukye ve dağlama yaptırılmamasını gerektirmektedir. Bu ise İslam ümmetinden az sayıda insanların ulaşmış olduğu yüksek bir derecedir.[30]
1497- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (a.s), ensardan bir aileye, zehirli bütün kayanların ısırmalarına karşı rukye yapma konusunda ruhsat (izin) verdi.”
Bir başka rivayete göre hadisin ravisi şöyle söylemiştir:
“Hz. Aişe (r.a)’ye, zehirli hayvanların ısırmalarına karşı rukye yapma konusunu sordum. O da şöyle cevap verdi:
“Resulullah (a.s), zehirli bütün hayvanların ısırmalarına karşı rukye yapılmasına ruhsat (izin) verdi.”[31]
Daha önce geçtiği üzere, ilim adamları bir çok yerde, rukyeye şartlı olarak izin verilmesinin, rukyenin mutlak mahiyette yasaklığı anlamına gelmeyeceğine dikkat çekmişlerdir. İleride geleceği üzere, Resulullah (a.s)’ın kendisinin ve sahabesinin rukye yapmış olmaları, bu konuda delil oluşturmaktadır.[32]
1498- Buhari, Enes bin Malik (r.a)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s), ensardan bir aileye zehirli bütün hayvanların ısırmalarına ve kulak rahatsızlığına karşı rukye yapma konusunda ruhsat (izin) verdi. Bana da Resulullah (a.s)’ın sağlığında zatülcenden dolayı dağlama yapıldı. Dağlama yapılması sırasında Ebu Talha (r.a), Enes bin Nadr (r.a) ve Zeyd bin Sabit (r.a) yanımda idiler. Dağlama işini ise Ebu Talha (r.a) yaptı.”[33]
1499- Ebu Davud, Şifa bintu Abdullah (r.a)’dan rivayet etmiştir:
“Hafsa (r.a)’nın yanında bulunduğum sırada Resulullah (a.s) yanıma geldi ve şöyle buyurdu:
“Sen bana yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle (deride çıbanlar çıkması) hastalığından ötürü rukye yapmasını da öğretir misin?”[34]
1500- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)’den şöyle rivayet etmişlerdir:
“Bir kimse Resulullah (a.s)’a herhangi bir rahatsızığından şikayette bulunduğunda yahut birinin bir yarası olduğunda veya bir yerinde çıban çıktığında parmağını şöyle yaparak -hadisin ravilerinden Sufyan bunu söylerken şehadet parmağını yere koyup sonra kaldırdı- şunu söylerdi:
“Allah’ın adıyla. Bizim yerimizin toprağı, Rabb’imizin izni ile, birimizin tükürüğü ile bir başkamızın hastalığına şifa verir.”[35]
1501- Tirmizi, Ebu Saitl Hudri (r.a)’deîı rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) yüce Allah’a sığınarak (ta’avvuz ederek) şöyle buyurdu:
“Cinlerin (fenalık dokundurmasından), insanların gözlerinin değmesinden Allah’a sığınırım.” Daha sonra Mu’avizzetan (Felak ve Nas sureleri) inince, artık bunları okumaya başladı ve bunların dışındakileri (bunların dışındaki sığınma dualarını) bıraktı.”[36]
1502- Buhari, Abdulaziz bin Suhayb (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Ben ve Sabit, birlikte Enes bin Malik (r.a)’in yanına gittik. Sabit: “Ey Ebu Hamza, benim bir rahatsızlığım var” diye söyledi. Enes bin Malik (r.a) de:
“Sana Resulullah (a.s)’ın rukyesi ile rukye yapmamı ister misin?” diye sordu. Sabit: “İsterim elbette” dedi. Bunun üzerine Enes (r.a) şöyle söyledi:
“Ey insanların Rabb’i olan, fena durumları gideren Allah’ım! Şifa ver. Şifa verici olan sensin. Senden başka şifa verici yoktur. Senin vereceğin şifa, hiçbir hastalığı kaçırmaz (tüm hastalıklara karşı sen şifa vericisin.)”[37]
1503- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Resulullah (a.s), aile fertlerinden bazıları için sığınma duası okurdu (ta’avvuzda bulunurdu). Bunu yaparken, sağ eli ile meshederek (sağ elini ağrıyan yerin üzerine sürerek) şöyle buyurdu:
“Ey insanların Rabb’i olan Allah’ım! Fena durumu (rahatsızlığı) gider! Şifa ver. Sen şifa vericisin. Senden başka şifa verici yoktur. Senin vereceğin şifa hiçbir hastalığı kaçırmaz.”
Bir başka rivayette bildirildiğine göre Hz. Aişe (r.a) şöyle söylemiştir:
“Resulullah (a.s) hasta olduğunda ve hastalığı iyice ilerlediğinde, elini tutarak daha önce kendisinin (diğer hastalar için) yaptığı muameleyi yapmak istedim. Ama Resulullah (a.s) elini benim elimden çekti ve sonra şöyle buyurdu:
“Ey Allah’ım! Beni bağışla ve beni refık-i a’la’ya (sana yakın olan en yüksek dereceye) ulaştır.”
Daha sonra bakınmak için gittim. Bir de baktım ki, vefat etmiş.” [38]
1504- Müslim, Ebu Said Hudri (r.a)’den şu şekilde rivayet etmiştir:
“Cibril (a.s) Resulullah (a.s)’a gelerek “Bir şikayetin (rahatsızlığın) var mı?” diye sordu. Resulullah (a.s)
“Evet” diye buyurdu. Bunun üzerine (Cibril (a.s) de) şöyle söyledi:
“Sana rahatsızlık veren her şeye karşı Allah’ın adıyla sana rukye yaparım. Bütün kıskanç (hasetçi) nefislerin ve gözlerin serlerine karşı yüce Allah sana şifa verir. Sana Allah’ın adıyla rukye yaparım.”[39]
1505- Müslim, Hz. Aişe (r.a)’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s)’ın bir rahatsızlığı olduğu zaman Cibril (a.s) O’na rukye yapardı ve şöyle söylerdi:
“Seni iyileştiren (iyileştirecek olan), bütün hastalıklara karşı sana şifa veren, hasedde bulunup (da fenalık dokunduran) her bir hasetçinin ve gözü dokunan kişinin şerrine karşı sana afiyet veren Allah’ın adıyla!.”[40]
1506- Müslim, Osman bin Ebi’l-As Sakafi Taifi (r.a)’den rivayet etmiştir:
“(Osman r.a) Müslüman olduğundan sonra bedenindee, sürekli acı veren bir rahatsızlığını Resulullah (a.s)’a bildirdi. Resulullah (a.s) kendisine şöyle buyurdu:
“Elini bedeninin acıyan yerinin üzerine koy ve üç kere: “Bismilllah” de. Sonra da yedi kere şöyle söyle: “Hissetiğinı şeyin fenalığından ve sakındığımdan: Allah’a ve O’nun gücüne sığınıyorum.”
Muvatta’da dua ifadesi şu şekilde geçmektedir:
“Hissettiğim şeyin fenalığından Allah’a ve O’nun gücüne sığmıyorum.”
Orada bildirildiğine göre (Osman bin Ebi’l-As) şöyle söyledi:
“Ben bunu okudum. Yüce Allah bende olan acıyı giderdi. O zamandan beri sürekli şekilde, ailemin fertlerine ve başkalarına bunu okumalarını tavsiye etmekteyim.”[41]
Tirmizi’nin[42] ve Ebu Davud’un [43] rivayetleri de, Muvatta’daki rivayet gibidir. Bu ikisinin rivayetlerinin baş tarafı ise şöyledir:
“Resulullah (a.s) yanıma geldi. O sırada neredeyse beni öldürecek olan bir rahatsızlığım vardı. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Elini (ağrıyan yere) yedi kez sür (meshet) ve şöyle söyle: “Hissettiğim şeyin fenalığından, Allah’a ve O’nun gücüne sığınıyorum.”[44]
1507- Tirmizi, Muhammed bin Salim Rib’i Basri (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Sabit Bunani bana şöyle söyledi:
“Ey Muhammed! Bir rahatsızlığın olursa, elini ağrıyan yerin üzerine koy ve sonra şöyle söyle:
“Allah’ın adıyla! Hissettiğim şeyin fenalığından ve şu acıdan Allah’ın yüceliğine ve gücüne sığınıyorum.”
Sonra elini kaldır. Sonra yeniden koyarak (toplamının sayısı) tek sayı olacak şekilde bu işi tekrarla. Enes bin Malik (r.a), bana Resulullah (a.s)’ın böyle buyurduğunu bildirdi.”[45]
1508- Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a)’tan şu şekilde rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s)’ın ashabından bazı kimseler bir su kenarından geçtiler. Oranın ahalisinden birisi haşerat ısırmasından dolayı zehirlenmişti. Orada oturanlardan birisi ashabdan olan gurubun önüne çıkarak: “Sizden biri rukye yapamaz mı, bu su kenarındaki mahallede oturanlardan birini haşerat (yılan) ısırdı” diye söyledi. Ashab heyetinden olanlardan biri rukye yapmak üzere gitti. Karşılığında koyun almak üzere Fatiha suresini okudu. Adam da bu okumadan sonra iyileşti. Rukye yapan şahabı de koyunlarını alıp arkadaşlarının yanına geldi. Arkadaşları bunu hoş karşılamadılar ve: “Sen Allah’ın kitabına karşılık ücret aldın” dediler. Bu şekilde Medine’ye geldiler. Resulullah (a.s)’a:
“Ey Allah’ın Resulü! Bu kişi, Allah’ın kitabına karşılık ücret aldı” dediler. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Sizin almaya en çok hak kazandığınız ücret, Allah’ın kitabı için aldığınızdır.”[46]
1509- Buhari ve Müslim, Ebu Said Hudri (r.a)’den rivayet etmişlerdir:
“Bir yolculuğa çıkmıştık. Bir yerde konakladık. O sırada bir cariye gelerek: “Şu mahallenin seyyidini (başkanını) haşerat (yılan) ısırdı. Mahallemizin erkekleri mahalle dışındalar. Sizden biri rukye yapar mı?” diye söyledi. İçimizden daha önce rukye yaptığını duymadığımız biri kalkıp onunla birlikte gitti. Rukye yaptı ve adam iyileşti. Bunun üzerine adam kendisine otuz adet koyun verilmesini emretti. Bize de süt içirdi. (Rukye yapan kişi) döndüğünde kendisine: “Sen iyi rukye yapar miydin?” diye sorduk. O “Hayır. Ben sadece Ummu’l-Kitab (Fatiha suresi) ile rukye yaptım” diye cevap verdi. Biz:
“Resulullah (a.s)’ın yanına gidip O’na meseleyi sormadan herhangi bir şey yapmayın” dedik. Medine’ye geldiğimizde olayı Resulullah (a.s)’a anlattık. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“O, bunun rukyeye yarayacağını bilmiyordu. Siz aldığınızı aranızda paylaştırın, bana da bir pay ayırın.”
Bir başka rivayete göre ise Ebu Said Hudri (r.a) şöyle söylemiştir:
“Resulullah (a.s)’ın ashabından bazı kimseler bir yolculuğa çıkmışlardı. Bedevi mahallelerinden bir mahelleye konaklayarak mahallelilerden kendilerini misafir etmelerini istediler. Onlar ise misafir etmekten kaçındılar. O sırada bu mahallenin seyyidini (başkanını) haşerat (yılan) ısırdı. Tedavi için her yola başvurdular ama hiçbir şey yarar vermedi. İçlerinden bazıları:
“Şu yakınınıza konaklayan insanlara gitseniz, belki onlar bir şeyler yaparlar” diye söylediler. Bunun üzerine insanların (söz konusu sahabilerin) yanına gittiler ve kendilerine:
“Ey topluluk, bizim seyyidimizi haşerat ısırdı. Biz kendisini tedavi edebilmek için her yola başvurduk ama hiçbir şey yarar vermedi. Sizden birinin yapabileceği bir şey var mı?” diye söylediler. Bunlardan birisi:
“Vallahi ben rukye yaparım ama biz sizden, bizi misafir etmenizi istedik, siz ise misafir etmediniz. Artık bize bir karşılık vermezseniz rukye yapmam” dedi Bunun üzerne bir koyun sürüsü üzerine anlaştılar. Sonra o kişi gidip ‘elhamdulillahi rabbi’l-alemin’i okuyarak adama tükürüğünü sürmeye başladı. Adam adeta bağlardan kurtulmuş gibi kendine geldi ve kalkıp hiç bir şeyi kokmuşcasına yürümeye başladı. Mahalleliler de yaptıkları anlaşmada belirledikleri karşılığı verdiler. (O gurupta bulunan) Sahabilerden bazıları “Bunu arada paylaştırın” dediler. Rukye yapan kişi ise Resulullah (a.s)’ın yanına gidip kendisine olayı anlatıncaya kadar paylaştırmayın” dedi. Daha sonra Resulullah (a.s)’ın yanına geldiler ve kendisine olayı anlattılar. Resulullah (a.s)
“Bununla rukye yapılabileceğini sana kim öğretti?” diye sordu.
Daha sonra da şöyle buyurdu:
“Doğru yapmışsınız. Aldığınızı aranızda paylaştırın, bana da bir pay ayırın.”
Resulullah (a.s) bunu söylerken güldü.” [47]
Tirmizi’nin rivayetinde Ebu Said Hudri (r.a)’nin şöyle söylediği bildirilmektedir:
“Resulullah (a.s) bizi bir seriyye (küçük askeri birlik) halinde yola çıkardı…” Hadisin devamı yukarıdaki gibidir. Bu rivayette rukye yapan kişinin Ebu Said Hudri (r.a) olduğu, onun ‘Fatiha Suresi’ni yedi kez okuduğu ve karşılığında aldıkları koyun sürüsünde otuz koyun bulunduğu bildirilmektedir. [48]
1510- Ebu Davud, Harice bin Salt Temimi (r.a)’den rivayet etmiş, o da amcası İlaka bin Sahhar’ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
“Resulullah (a.s)’ın yanından ayrıldık ve bedevi mahallelerinden birine geldik. Oradakiler:
“Bize bildirildiğine göre siz şu adamın yanından iyilikle geliyormuşsunuz. Sizin bir tedaviniz (uygulayabileceğiniz bir tedavi yönteminiz) var mı yahut rukye yapabilir misiniz? Bizde akli dengesini kaybettiğinden dolayı bağlara vurulmuş biri bulunmaktadır” diye söylediler. “Evet” dedik. Bunun üzerine o bağlara vurulmuş deli şahsı getirdiler. Ben bu kişinin üzerine sabah ve aksam Fatiha suresini okudum. Her keresinde bu sureyi okumayı bitirdikten sonra tükürüğümü toplayıp hastalıklı şahsın üzerine sürüyordum. En son o şahıs iplerden kurtulmuş gibi kendine geldi. Bana da karşılığında ücret verdiler. Ben: “Resulullah (a.s)’a sormadan almam” dedim. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Ye! Ömrüme yemin olsun, başkaları batıl rukye için karşılık alıp yerken, sen (elbette) hak olan rukye için karşılık alıp yiyeceksin.”
Bir başka rivayette bildirildiğine göre ise Harice bin Sait amcasından şöyle rivayet etmiştir:
“Amcası Resulullah (a.s)’ın yanına giderek müslüman oldu. Sonra yanından ayrılıp geri döndü. Dönüşte, aralarında demirlere vurulmuş deli biri bulunan bir topluluğa uğradı. Onlar kendisine:
“Bize bildirildiğine göre sizin şu arkadaşınız (Resulullah a.s) iyilik üzere gelmiş. Sizin yapabileceğiniz bir tedavi uygulaması var mı?” diye sordular. (Amcası dedi ki):
“Ben o deli kişiye Fatiha suresi ile rukye yaptım. Adam iyileşti. Karşılığında bana yüz koyun verdiler. Ben Resulullah (a.s)’a gelerek olayı kendisine bildirdim. Resulullah (a.s)
“Bunun dışında bir şey var mı?” Bir başka rivayete göre
“Bundan başka bir şey söyledin mi?”[49] diye sordu. Ben “Hayır” dedim. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Onu al! Ömrüme yemin olsun, başkaları batıl rukye için karşılık alıp yerken, sen hak olan rukye için karşılık alıp yiyeceksin.” [50]
1511- Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s), Amr bin Hazmoğulları için yılan ısırmasından dolayı rukye yapmalarına izin verdi.”
Ebu Zebeyr de şöyle söylemiştir:
“Ben Cabir bin Abdullah (r.a)’ın söyle söylediğini duydum:
“Resulullah (a.s)’ın yanında oturduğum bir sırada bizden bir kişiyi akrep ısırdı. Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü, rukye yapayım mı?” diye sordu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Sizden kim kardeşine bir yarar sağlayabilirse yapsın.”
Bir başka rivayette bildirildiğine göre ise Cabir bin Abdullah (r.a) şöyle söylemiştir:
“Resulullah (a.s) Hazmoğulları için yılan ısırmasından dolayı rukye yapmaya izin verdi. Esma binti Umeys (r.a)’e de söyle söyledi:
“Ne oluyor ki, kardeşimin oğullarının bedenlerini hep zayıf görüyorum. Bir ihtiyaçları mı var?” Esma bintu Umeys (r.a): “Hayır, ama kendilerine çok çabuk göz değiyor” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah (a.s):
“Kendilerine rukye yap!” diye buyurdu.
Esma bintu Umeys (r.a) dedi ki:
“Ben (çocukları Resulullah (a.s)’a) gösterdim. O da:
“Onlara rukye yap!” diye buyurdu.” [51]
Bir başka rivayette bildirildiğine göre ise Cabir (r.a) şöyle söylemiştir:
“Benim akreb ısırmasına karşı rukye yapan bir dayım vardı. Resulullah (a.s) rukye yapılmasından nehyetti. Bunun üzerine dayım Resulullah (a.s)’ın yanına giderek:
“Ey Allah’ın Resulü! Sen rukye yapılmasından nehyettin. Bense akreb ısırmasına karşı rukye yapmaktayım” dedi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Sizden kim kardeşine yararlı olabilecekse olsun.” [52]
Bir başka rivayette ise Cabir bin Abdullah (r.a)’ın şöyle söylediği bildirilmiştir:
“Resulullah (a.s) rukye yapılmasını nehyetti (yasakladı.) Bunun üzerine Amr bin Hazm ailesi Resulullah (a.s)’ın yanına gelerek:
“Ey Allah’ın Resulü! Biz daha önce akrep ısırmasına karsı bir rukye yapıyorduk. Sense rukye yapılmasını yasakladın” dediler ve yaptıkları işlemi kendisine gösterdiler. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Bunda bir mahzur görmüyorum. Sizden kim kardeşine yararlı olabilecekse olsun.”[53]
1512- İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a)’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Bir adamı akrep ısırdı. O gece hiç uyuyamadı. Bunun üzerine Resulullah (a.s)’a: “Filancayı akrep ısırdı. Bu gece hiç uyuyamadı” denildi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
“Eğer o, akşam olduğunda “Yarattıklarının fenalıklarından yüce Allah’ın eksiksiz sözlerine (kelimelerine) sığınıyorum” deseydi, akrebin ısırmasının kendisine bir zararı olmaksızın sabahlardı.”[54]
Bir Açıklama
Nihaye’de şöyle denilmektedir:
“Yüce Allah’ın eksiksiz sözlerine (kelimelerine) sığınıyorum”: Burada yüce Allah’ın sözlerinin eksiksiz (tam) olarak vasfedilmesi, O’nun sözlerinde insanların sözlerinde olduğu gibi, herhangi bir eksikliğin veya kusurun bulunmasının söz konusu olmayacağından dolayıdır. Bunun yanısıra bu sözlerin eksiksiz olarak vasfedilmesindeki amacın, bu sözlerin onlarla Allah’a sığınana yarayacağının, onu afetlerden koruyacağının ve bu konuda kendisine yeteceğinin bildirilmesi olduğu da söylenmiştir,”
1513- İbni Mace, Hz. Aişe (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s) rukye yaparken üflerdi.”[55]
1514- Tirmizi, Ebu Hizame (r.e)’den rivayet etmiş, o da babasının şöyle söylediğini bildirmiştir:
“Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Ne dersin, bizim yaptığımız rukyeler, uyguladığımız tedavi metodları ve kendimizi korumada başvurduğumuz yollar, Allah’ın kaderinden bir şey değiştirir mi?” diye sordum. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
“Bunlar da Allah’ın kaderindendir.”[56]
1515- Malik, Hz. Aişe (r.a)’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Bir yahudi kadının bana rukye yapmakta olduğu sırada Hz. Ebu Bekir (r.a) yanıma geldi. Hz. Ebu Bekir (r.a) kadına şöyle söyledi:
“Sen bu kadına Allah’ın kitabı ile rukye yap!”
İmam Malik’in hadis kitabı Muvatta’da bu hadis Amre’den rivayet edilmiştir. Amre, Hz. Aişe (r.a)’nin bir rahatsızlığı dolayısıyla bir yahudi kadının kendisine rukye yapmakta olduğu sırada Hz. Ebu Bekir (r.a)’in yanına girdiğini bildirmiştir.[57]
1516- İbni Mace, Şakik bin Seleme (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Ben Abdullah’ın şöyle söylediğini duydum:
“Size iki şifayı (tedavi yolunu) tavsiye ediyorum: Allah’ın kitabı ve bal.”[58]
1517- Ahmed, Muhammed bin Hatib (r.a.)’den rivayet etmiştir:
“Kaynamakta olan bir tencereye yaklaştım. Elimi içine soktum ve yandı. Yahut “şişti” diye söyledi. Annem beni sahrada bulunan bir zatın yanına götürdü. O zat bir şey söyleyip üfledi. Hz. Osman (r.a)’ın halifeliği döneminde anneme: “O zat kimdi?” diye sordum. “Resulullah (a.s)’dı” diye cevap verdi.”
Taberani de bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Ancak onun rivayetinde Muhammed bin Hatib’in annesinin (Resulullah (a.s)’a: “Ey Muhammed! Muhammed’in eli yandı” diye söylediği bildirilmektedir. [59]
Yine Taberani’nin bir başka rivayetine göre ise, Muhammed bin Hatib şöyle söylemiştir:
“Annem beni alıp sahrada oturan bir zatın yanına götürdü ve kendisine: “Ey Allah’ın Resulü!” diye seslendi. O:
“Buyur, ne istiyorsun?” dedi.
Annem beni kendisine yaklaştırdı. O anlamadığım bir şeyler söyleyip üflemeye başladı. Daha sonra anneme ne söylediğini sordum. Şöyle cevap verdi: “O söyle söylüyordu:
“Ey insanların Rabb’i! Sen bu fena durumu gider. Şifa ver. Sen şifa vericisin. Senden başka şifa verici yoktur.” [60]
1518- Ahmed, Muhammed bin Hatib (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Tencereden elime bir şey döküldü. Annem beni Resulullah (a.s)’a götürdü. O da dışarda bir yerde bulunuyordu. Resulullah (a.s) (benim için) bir şeyler okudu. Söyledikleri arasında şu söz vardı:
“Ey insanların Rabb’i! Sen şifa vericisin.”
Bunu söylerken bir yandan da tükürüğünü sürüyordu”[61]
1519- Taberani, Hz. Ali (r.a)’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s)’ı namaz kılmakta olduğu sırada bir akrep ısırdı. Namazını bitirince şöyle buyurdu:
“Allah akrebe lanet etsin. Namaz kılanada, başkasını da bırakmıyor ( hepsini ısırıyor) Daha sonra su ve tuz istedi ve “Kul ya eyyuhe’l kafirun”, “Kul euzu bi rabbi’l felak” ve ” Kul euzu bi rabbi’n nas” sürelerini okutarak bunları (tuz ile suyu ısırılan yerin üaerine) sürdü.
1520- Müslim, Avf bin Malik Esca’i (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Biz cahiliye döneminde rukye yapardık. Daha sonra Resulullah (a.s)’a: “Ey Allah’ın Resulu! Bu konuda ne diyorsun?” diye sorduk. O da:
“Rukyenizi nasıl yaptığınızı bana gösterin” diye buyurdu. Sonra (gösterince) da şöyle buyurdu:
“İçerisinde şirk bulunmayanlara bir mahzur yoktur.”[62]
1521- Taberani, Udabe bin Samit (r.a)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
“Ben cahiliye döneminde göz değmesinden olan rahatsızlıklara karşı rukye yapardım. Müslüman olduktan sonra bunu Resulullah (a.s)’a söyledim. Resulullah (a.s):
“Nasıl yaptığını bana göster” diye buyurdu.
Yaptığım işlemi ona gösterdim. O da şöyle buyurdu:
“Bu şekilde rukye yapabilirsin Bunda bir mahzur yoktur.”
Eğer böyle söylemiş olmasaydı kimseye rukye yapmazdım.[63]
1522- Ebu Davud, Abdullah bin Mes’ud (r.a)’dan şöyle rivayet etmiştir:
“Hanımı Zeyneb’in bildirdiğine göre Abdullah bin Mes’ud şöyle söylemiştir:
“Ben Resulullah (a.s)’ın şöyle buyrduğunu duydum:
“Rukyeler, muskalar kadınla kocasını birbirine sevdirmek için yapılan sihir şirktir.”
Abdullah bin Mesud’un hanımı şöyle söyledi:
“Ben kendisine “Niçin böyle diyorsun? Vallahi, benim gözüm akıyordu. Bu yüzden filanca yahudinin yanına gidiyordum ve o da bana rukye yapıyordu. Onun rukye yapması üzerine benim gözümün akması durdu” dedim. Bunun üzerine Abdullah şöyle söyledi:
“Şüphesiz bu şeytanın işidir. Eli ile onu hareket ettiriyordu, rukye yaptıktan sonrada çekiliyordu. Sana Resulullah (a.s)’ın da buyurduğu üzere şunları okuman yeterdi:
“Ey insanların Rabb’i! Fenalığı gider. Şifa ver. Şifa verici olan sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Senin şifan hiçbir hastalığı kaçırmaz.” [64]
Bir Açıklama
Beğavi, ‘Şehrü’s- Sünne’de şöyle söylemiştir:
“Kadınla kocasına birbirini sevdirmek için yapılan ve sihir olarak tercüme ettiğimiz Tevile’ veya Tevele sikirin bir türüdür. Asma’i: “Bu, kadım kocasına sevdirmek için yapılır” diye söylemiştir. Bu anlama gelen kelime Ta’nın kesri ile (yani ‘ti’ olarak) okunur. Damme ile okunan Tuvele’ kelimesi ise ‘büyük felaket’ anlamına gelir.” [65]
1523- Ebu Davud, İbni Abbas (r.a)’dan merfu olarak şöyle rivayet etmiştir:
“Kim eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eder de yanında yedi kez “Şam yüce olan, yüce arşın sahibi olan Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum” derse, Allah ona mutlaka şifa verir.”[66]
1524- Taberani, Rafı’ bin Hudeye (r.a)’den rivayet etmiştir:
“Resulullah (a.s), İbni Nu’ayman’m yanına girdi ve şöyle buyurdu:
“Ey insanların Rabb’i, ey insanların ilahı! Bundan fena durumu gider.”[67]
[1] Müslim (4/1739) 39- Kitabu’s Selam. 16- Tıp, hastalar ve rukyeler babı.
[2] Ebu Davud (4/9) Kitabu’t Tıbb. Göz değmesi hakkında gelen rivayetler babı. İsnadı hasendir.
[3] Ahmed (2/439) Mecmau’z Zevaid (5/107) Müellif: “Bunu Ahmed rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih’te isimleri bulunan ravilerdir” demiştir.
[4] Keşfu’l Estar (3/403) Müellif: “Bu hadisin buradaki isnadının dışında herhangi bir senetle rivayet edildiğini bilmiyoruz” demiştir. Mecmau’z Zevaid (5/106) Müellif: “Bunu Bezzar rivayet etmiştir. Talih bin Habib bin Amr dışında kalan ravileri. Sahih’te isimlen bulunan ravilerdir. Bu kişi ise sikadır” demiştir.
[5] Ebu Davud (1/9) Kitabu’t Tahare. Hangi şeylerle taharetlenmenin yasak olduğu ile ilgili bab.
Nazarlık takılması: Cahiliye Arapları nazarlıklar takarak bu şeylerin göz değmesini ve bazı kötülüklerin kendilerine dokunmasını engellediğine inanırlardı. İslamiyet bu gibi şeylerin takılmasını yasaklamıştır.
[6] Ahmed (5/167) Kesfu’l Estar (3/403) Müellif: “Bu hadisi sahabeden Ebu Zer (r.a)’den başka birinin rivayet ettiğine dair bir şey bilmiyoruz. Aynı şekilde bu hadisin bu tarıkdan başka bir tarıkla rivayet edildiğini de bilmiyoruz” demiştir. Mecmau’z Zevaid (56/06) Müellif: “Bunu Ahmed ve Bezzar rivayet etmiştir. Ahmed’in ravileri sikadır” demiştir.
[7] Muvatta (2/939) 50- Kitabu’l Ayn. 1- Göz değmesinden dolayı abdest alınması babı. İzarın içinin yıkanması: İzarın bedene değen bir kısmının yıkanması. Burada kastedilenin, bedenin izarın değdiği bir kısmının yıkanması olduğu da söylenmiştir. Muvatta (2/938) Aynı yer, Cami’in tahkikçisi, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[8] Buhari (10/203) 76- Kitabu’t Tıbb. 36- Göz değmesinin gerçek (hak) olduğu babı. Müslim (4/1719) 39- Kitabu’s Selam. 16- Tıp, hastalık ve rukyeler babı.
[9] İbni Mace (2/1161) 31- Kitabu’t Tıb. 33- Göz değmesinden dolayı rukye yapılması ile ilgili bab.
[10] Herhangi bir hayvanın ısırmasından ileri gelen zehirlenme.
[11] Ebu Davud (4/11) Kitabu’t Tıb. Rukye hakkında gelen rivayetler babı.
[12] Müslim (4/1725) 39- Kitabu’s Selam. 21- Göz değmesinden, nemle hastalığından (vücutta yaralar çıkmasından) ve zehirlenmeden dolayı rukye yapılması babı. Tirmizi (4/393) 29- Kitabu’t Tıb. 15-Bu konudaki ruhsatla ilgili olarak gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, garib olduğunu söylemiştir.
Dövme:Vücuda iğnelerle veya sürme boyası ile resimler işlenmesidir. Bu şekilde işlenen resimler, vücudun üzerinde sürekli kalmaktadır.
[13] Buhari (10/199) 76- Kitabu’t Tıb. 35- Göz değmesinden ötürü rukye yapılması babı. Müslim (4/1725) 39- Kitabu’s Selam. 21- Göz değmesinden, nemle hastalığından (vücutta yaralar çıkmasından) zehirlenmeden dolayı rukye yapılması babı.
[14] Muvatta (2/940) 50- Kitabu’l Ayn. 2- Göz değmesinden ötürü rukye yapılması babı. Bu hadis mürseldir (hadisin sahabeden olan ravisi zikredilmemişür.) Çünkü Urve bin Zubeyr, Resulullah (a.s)’la görülmüş değildir. Ebu Ömer bin Abdilberr söyle söylemiştir: “Bütün Muvatta ravilerine göre mürseldir. Ancak bu hadis sahih bir hadistir.”
[15] Tirmizi (4/394) 29- Kitabu’t Tıb. 15- Bu konudaki ruhsallarla ilgili olarak gelen rivayetler babı. Ebu Davud (4/11) Kitabu’t Tıb. Rukye ile ilgili olarak gelen rivayetler babı.
[16] Buhari (10/199) 76- Kitabu’t Tıb. 35- Göz değmesinden ötürü rukye yapılması babı, (4/1725) 39-Kitabu’s Selam. 21- Göz değmesinden, nemle Hastalığından (vücutta yaralar çıkmasından) ve zehirlenmeden dolayı rukye yapılması babı. Buhari, aynı yer.
[17] Tirmizi (4/395) 29- Kitabu’t Tıb. 17- Göz değmesinden ötürü rukye yapılması hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir, hadis de onun söylediği gibidir. Said Havva, El Esas Fi’s Sünne (İslam Akaidi), Aksa Yayınları: 10/515-521.
[18] Tirmizi (5/541) 49- Kitabu’d Da’avat. 94-Mahmud bin Gaylan’ın rivayeti babı. Tirmizi: “Bu hadis hasen, garibdir” demiştir. Ebu Davud (4/12) Kitabu’t Tıbb, Rukye’nin nasıl yapılacağı babı. Ebu Davud, burada “uyku”dan söz etmemiştir. O’nun rivayetinde şöyle denilmektedir: “Resulullah (a.s) korku durumlarında okumaları için onlara (sahableine) bazı sözler (dualar) öğretirdi…” daha sonra hadisin devamını vermektedir. Bu rivayet, şahidleri ile birlikte hasen derecesindedir
[19] Bizim ‘sihir’ olarak tercüme ettiğimiz ve hadisin metninde Tevle’ olarak geçen kelime hakkında İbni Mace’nin Sünen’inin dipnotunda şu açıklama yapılmaktadır: “Tevle, kadın ile kocasının arasını açmak için yapılan bir sihir türüdür.”
[20] Ahmed (2/233) de bunun benzerini Abdullah bin Amr bin As (r.a)’dan rivayet etmiştir. Rezin bunun tahricini yapmıştır (hadisin muvassal, kesintisiz senedini tesbit etmiştir.) Bu hadis hasendir.
[21] Tirmizi (4/403) 29-Kitabu’t Tıbb. 24- Kişinin üzerine muska vs, takmasının mekruhluğu hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis sahicileri ile birlikte hasen derecesindedir.
Tiryak: Deryak da denilen bu içeceğin içilmesinin mahzurlu olması, onun tedavi amacıyla içiliyor olmasından ileri gelmektedir. Ancak içerisine yılan eti ve benzeri pislikler karıştırıldığından dolayı haram kılınmıştır. Ama içerisine herhangi bir haram şey veya necaset (pislik) karıştırılmazsa, içilmesinde mahzur yoktur.
[22] Ebu Davud (4/6) Kitabu’t Tıbb. Nuşre ile ilgili bab. İsnadı sahihtir.
[23] İbni Mace (2/1167) 31- Kitabu’t Tıb. 39- Muskalar takma babı. Mecmau’z Zevaid’de isnadının hasen olduğu belirtilmiştir.
[24] Ahmed (4/445) Mecmau’z Zevaid (5/103) Müellif bu hadisle ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur; “Bunu Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Taberani’nin rivayetinde şöyle denilmektedir: “Eğer bu şey üzerinde olarak ölürsen, işin ona bırakılır.” Mevkuf olarak rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir: “Onu üzerinden çıkar. Eğer onun sana bir yarar sağlayacağı inancıyla ölürsen, fıtrat halinden farklı bir hal üzere ölmüş olursun.” Bu rivayetin senedinde Mübarek bin Fudale bulunmaktadır. Bu kişi sika görülmüş ise de kendisinde zayıflık vardır. Geriye kalan ravileri ise sikadırlar.
“Damar rahatsızlığı” olarak türkçeleştirdiğimiz “vahine” kelimesi hakkında şu açıklama yapılmaktadır: ‘Nihaye’de bu kelime ile ilgili olarak şöyle bir açıklama yapılmaktadır:
“Vahine omuzdan ele kadar uzanan damarlara denilmektedir. Bu damarlardan rukye yapılırdı. Bunun pazuda ve kolda rahatsızlığa neden olan bir hastalık olduğu da söylenmiştir. Bu rahatsızlıktan ötürü kola boncuk türü şeyler takılır ve buna “vahine boncuğu” denirdi. Bu hastalık, kadınlarda değil yalnız erkeklerde görülür. Resulullah (a.s) hadisi şerifte sözü edilen şahsı, bu rahatsızlıktan ötürü halka takmaktan nehyetmiştir. Çünkü o kişi, bu şeyi kendisinin ağrılarını gidereceği inancıyla takmıştı. Bu yönüyle söz konusu halka, onu takan kişi için, yasak kılınmış muskaların yerini tutmaktaydı.”
[25] Ahmed (4/156) Mu’cemu’l Kebir (17/297) Mecmau’z Zevaid (5/103) Müellif: “Bunu Ahmed, Ebu Ya’la ve Taberani rivayet etmiştir. Ravileri sikadırlar” demiştir. Burada “nazarlık (vede’a) olarak sözü edilen şey denizden çıkarılan beyaz bir şeydir. Bunlar çocukların ve daha başkalarının boyunlarına takılırdı. Bu tür şeylerin takılması yasak edilmiştir. Çünkü insanlar bunları göz değmesinden korunmak amacıyla takıyorlardı.
[26] Ahmed (4/156) Mu’cemu’l Kebir (17/297) Mecmau’z Zevaid (5/103) Müellif: “Bunu Ahmed ve Taberani rivayet etmiştir. Ahmed’in ravileri sikadırlar” demiştir.
[27] Müslim (1/198) 1- Kitabu’l İman. 94- Müslümanlardan bazı gurupların hiç hesap görmeden ve azaba çarptırılmadan cennete gireceklerinin delilleri babı.
[28] Ahmed (1/401) Mu’cemu’l Kebir (10/6) Keşfu’t Estar (4/203) Mecmau’z Zevaid (10/405) Müellif bu hadisle ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Bunu Ahmed değişik senetlerle rivayet etmiştir. Bezzar’ın rivayeti onunkinden daha geniştir. Taberani ve Ebu Ya’la’nın rivayetleri ise çok kısadır. Ahmed ve Bezzar’ın rivayetlerinden bir tanesinin ravileri, Sahih’te isimleri bulunan ravilerdir.”
[29] Buhari (10/155) 76- Kitabu’t Tıbb. 17- Kemlisine veya bir başkasına dağlama yaptıranla ve dağlama yaptırmayanın üstünlüğü ile ilgili bab. Buhari (10/211) Aynı yer.
[30] Tirmizı (4/393) 29- Kilabu’t Tıbb. 14- Rukye yapmanın keraheti hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir. Ahmed (4/249) İbni Mace (2/1154) 31- Kitabu’t Tıbb. 23- Dağlama babı. İbni Hibban (7/629)
[31] Buhari, yukarıda belirtilen yer.
[32] Buhari (10/205) 76- Kitabu’t Tıbb. 27- Yılan veya akreb ısırmasından dolayı rukye yapılması babı, Müslim (4/1724) 39- Kitabu’s Selam. 21- Göz değmesinden, nemle (deride yaraların çıkması) hastalığından ve haşerat ısırmasından dolayı rukye yapılmasının müstehablığı babı.
[33] Buhari (10/172) 76- Kitabu’t Tıbb. 26- Zatucenb babı.
[34] Ebu Davud (4/11) Kitabu’t Tıbb. Rukye hakkında gelen rivayetler babı.
[35] Buhari (10/206) 76- Kitabu’t Tıbb. 38- Resulullah (a.s)’ın rukye yapması babı. Müslim (4/1724) 39- Kilabu’s Selam. 21- Göz değmesinden, nemle (deride yaraların çıkması) hastalığından ve haserat ısırmasından dolayı rukye yapılmasının müstehablığı babı.
[36] Tirmizi (4/395) 29- Kitabu’t Tıbb. 16- Muavvizeten (Nas ve Felak sureleri) ile rukye yapılması babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, garib olduğunu söylemiştir. Cami’in tahkikçisi de, hadisin onun söylediği gibi olduğunu belirtmiştir.
[37] Buhari (10/206) 71- Kitabu’t Tıbb. 38- Resulullah (a.s)’ın rukye yapması babı. Ebu Davud (4/11) Kitahu’t Tıbb. Rukyenin nasıl yapılacağı babı. Tirmizi, (3/303) 8- Kitabu’l Cenaiz. 4- Hasta için ta’avvuz (sığınma dualarının okunması) hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
[38] Buhari (10/206) 76- Kitabu’l Tıbb. 38- Resulullah (a.s)’ın rukye yapması babı. Müslim (4/1722) 39- Kitabu’s Selam. 19- Hasta için rukye yapılmasının müstehablığı babı. Müslim (4/1722) Aynı yer.
[39] Müslim (4/1718) 39- Kitabu’s Selam. 16- Tıp, hastalık ve rukyeler babı. Tirmizi (3/303) 8- Kitabu’l Cenaiz. 4- Hasta için ta’avvuz (sığınma dualarının okunması) hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
[40] Müslim (4/1718) 39- Kitabu’s Selam. 16- Tıp, hastalık ve rukyeler babı
[41] Muvatta (2/942) 50- Kitabu’l Ayn. 4- Hastalık esnasında sığınma dualarının okunması (ta’avvuz) ve rukye yapılması babı.
[42] Tirmizi (4/408) 26- Kitabu’t Tıbb. 29- İshak bin Musa’nın rivayeti babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
[43] Ebu Davud (4/12) Kitabu’t Tıbb. Rukyenin nasıl yapılacağı ile ilgili bab.
[44] Müslim (4/1728) 39- Kitabu’s Selam. 24- Ağrı duyulan yere eli koyarak dua etmenin müstehablığı babı.
[45] Tirmizi (5/574) 49- Kitabu’d Da’vat. 126- Bir rahatsızlık duyulması halinde rukye yapılması babı. Tirmizi, bu hadisin bu rivayet tarıkı ile hasen, garib olduğunu söylemiştir. Cami’in tahkikçisi de, hadisin onun söylediği gibi olduğunu ifade etmiştir.
[46] Buhari (10/198) 76- Kitabu’t Tıbb. 43- Fatiha suresi ile rukye yapılmasının şartları ile ilgili bab. Müslim (4/1728) 39- Kitabu’s Selam. 23- Kur’an-ı Kerim ve zikirlerle rukye yapılmasının karşılığında ücret alınması ile ilgili bab.
[47] Buhari (4/453) 37- Kitabu’l İcare. 16- Bedevilere Fatiha suresi ile rukye yapılması karşılığında alınan ücretlerle ilgili bab.
[48] Buhari (9/54) 66- Fedailu’l Kur’an. 9- Fatihe suresinin fazileti babı. Müslim (4/1728) 39- Kitabu’s Selam. 23- Kur’an-ı Kerim ve zikirlerle rukye yapma karşılığında ücret almanın caiz olduğu babı. Tirmizi (4/398) 29- Kitabu’t Tıbb. 20- Ta’viz (sığınma dualarının okunması) karşılığında ücret alınması ile ilgili olarak gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[49] Ebu Davud (4/13) Aynı yer.
[50] Ebu Davud (4/14) Kitabu’t Tıbb. Rukyenin nasıl yapılacağı ile ilgili bab. Ebu Davud (4/13) Aynı yer.
[51] Müslim, aynı yer.
[52] Müslim, aynı yer.
[53] Müslim (4/1726) 39- Kitabu’sSelam, 21- Göz değmesinden, nemle (deride yaraların çıkması) hastalığından ve haşerat ısırmasından dolayı rukye yapılmasının müstehablığı babı. Müslim, aynı yer.
[54] İbni Mace (2/1162) 31- Kitabu’t-Tıbb. 35. Yılan ve akrep ısırmasından dolayı rukye yapılması babı. Mecma’u’z-Zevaid’de de: “İsnadı sahih, ravileri de sikadırlar” denilmektedir
[55] İbni Mace (2/1166) 31- Kitabu’t Tıbb. 38- Rukye yapılması sırasında üflenilmesi ile ilgili bab. İsnadı sahihtir.
[56] Tirmizi (4/399) 29- Kitabu’t-Tıbb. 21- Rukyeler ve tedaviler hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
[57] Muvatta (2/943) 50- Kitabu’l-Ayn. 4- Hastalık halinde ta’avvuz (Allah’a sığınma anlamı taşıyan duaların okunması) ve rukye babı. Senedinde adı geçen raviler sikadırlar.
[58] İbni Mace (2/1142) 31- Kitabu’t-Tıbb. 7- Bal babı: Mecma’uz-Zevaid’de de: “İsnadı sahih, ravileri de sikadırlar” denilmektedir. Hakim (3/200) Hakim bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onu doğrulamıştır. Feyzu’l-Kadir (4/342) (Bu kitabın müellifi olan) Munavi söyle söylemiştir: “Beyhaki, Şi’abu’l-İman’da bu hadisin sahih ve İbni Mesud (r.a)’a mevkuf olduğunu (ibni Mesud (r.a)’un dilinden rivayet edildiğini) söylemiştir.”
[59] Mecma’u’z-Zevaid (5/113)
[60] Ahmed (3/418) Mecmau’z-Zevaid (5/112) Müellif: “Ahmed’in ravileri ve bu rivayet tarıkında isimleri geçen raviler, Sahih’te isimleri bulunan ravilerdir” demiştir. Ahmed, aynı yer.
[61] Ahmed (4/259) (3/418) Mecmau’z-Zevaid (5/112) Müellif: “Ahmed’in tavikti, Sahih’te isimleri bulunan ravilenlir” demiştir. 1519- Ravdu’d-Dani (2/87) Mecma’uz-Zevaid (5/111) Heysemi (Mecme’u’z-Zevaid’in müellifi): “Bunu Taberani, Sağir’de rivayet etmiştir ve isnadı hasendir” demiştir.
[62] Müslim (4/1727) 39- Kitabu’s Selam. 32- İçerisinde şirke götüren durum bulunmaması durumunda rukye yapmakta mahzur görülmemesi ile ilgili bab.Ebu Davud (4/10) Kitabu’t Tıbb. Rukyeler hakkında gelen rivayetler babı.
[63] Mecmau’z-Zevaid (5/111) Haysemi (müellif):”Bunu Taberani rivayet etmiş ve isnadı hasendir” demiştir.
[64] Ebu Davud (4/9) Kitabu’t Tıbb. Muskalar takmakla ilgili bab.
[65] Bazı kaynaklarda bu ifadenin “kadın ile kocanın arasını ayırmak için yapılan sihir” anlamına geldiği ifade edilir. Bu kelime daha öncede geçmiş ve yine tarafımızdan yazılan dipnotta İbni Mace’nin Sünen’inde bu kelimenin “kadın ile kocanın arasını ayırmak için yapılan sihir” anlamında olduğuna işaret etmiştir. Bazı yerlerde bunun sihir benzeri bir uygulama olduğu belirtilmektedir. (Çeviren)
[66] Ebu Davud (3/187) Kitabu’l-Cenaiz. Hastanın ziyaret edilmesi esnasında hasat için dua edilmesi babı. Tirmizi (4/410) 29- Kitabu’l-Tıbb. 2- Muhammed bin Musenna’nın rivayeti babı. Tirmizi, bu hadisin hasen, garib olduğunu söylemiştir. Müstedrek (3/213) Müellif Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onu doğrulamıştır.
[67] Mecmau’z-Zevaid (5/114) Müellif: “Bunu Taberani rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih’te isimleri bulunan ravilerdir” demiştir.